1992 yılından beri eğitim ve yönetim danışmanlığı alanının içindeyim. Koçluk kavramı o zamanlarda vardı ancak bugün ifade edildiği hali alması 2000 yılların başında oldu. Bir yönetim danışmanı olarak koçluk konusuna ilgisiz kalmam mümkün olmadığı için 2008 yılında konuyu araştırarak kendimce en iyi bulduğum koçluk sertifika programını sevgili ortağım Tayfun Çalkavur ile birlikte bitirdik.
Samimi olmak gerekirse oldukça ön yargı ile başladığım ancak bu durumun öğrenme isteğimin önüne geçmesine engel olmaya çalışarak devam ettiğim koçluk eğitimi gerçekten bir takım beceriler kazandırdı.
Birtakım beceriler kazanmanın ötesinde, belki de daha da önemlisi koçluk eğitim süreci, benim için öncelikle koç adayının kendisini tanıması, farkındalığının gelişmesi ve aslında herkesin bir "koç"’a ihtiyacı olduğunu fark etmesi anlamında son derece yararlı bir süreç oldu.
Bu süreçteki en kritik nokta özellikle benim gibi mühendislik eğitimi almış ve kişilik yapısı gereği daha şüpheci ve sorgulayan kişiler için bir noktadan sonra kendini “akışa” bırakmanın önemini fark etmek ve deneyimlemekti. Akışa bırakmak ifadesi koçluk eğitimindeki önemli bir ifadedir ve özü itibari ile temel soru işaretlerini giderdikten sonra size sunulan fırsatları tüm doğallığı ile deneyimlemeniz anlamına gelir.
Oldukça bilinen bir psikiyatrist olan Milton Erickson prensipleri esas alınarak hazırlanmış koçluk eğitimi sonrası ağırlıklı olarak yönetici koçluğu yapmaya başladım. Koçluk eğitimi spesifik bir alan üzerine yoğunlaşmamakla beraber ben kendim için en uygun alanın yönetici koçluğu olduğu düşündüğüm için bu alana yöneldim. Şimdiye kadar da 300 saatin üzerinde profesyonel olarak bu alanda koçluk yapma şansı buldum.
Bu yazı ile koçluğun ne olduğu ve olmadığını, bir koç'a neden ihtiyaç duyulabileceği ve ana hatları ile nasıl bir süreçle işlediği gibi konularda bilgi ve deneyimlerimi aktarmaya çalışacağım. Özellikle kendimi yoğunlaştırdığım alan olan yönetici koçluğundan bir başka yazıda bahsedeceğim.
Öncelikle koçluğun tanımı ile başlamak istiyorum:
İngilizce’de “Coaching” kelimesi koçluk karşılığında kullanılmaktadır. Koçluk kelimesi etimolojik olarak Macar dilindeki taşıyıcı anlamına gelen kelimeden türemiştir. Eğitmen anlamında kelimenin ilk kullanımı 1830 yılları civarında Oxford Üniversitesinde kullanıldığı düşünülmektedir. Bu yıllarda bir öğrenciyi sınavlara hazırlamak anlamındaki taşıyıcı - carrier kelimesi üniversite içindeki argo karşılığı olarak özel ders verenler için kullanılmış. O tarihten bu yana da kişinin olduğu yerden olmak istediği yere doğru gitme - ulaşım süreci koçluk anlamında kullanılmaktadır.
Koçluk, kişiyi mevut durumundan arzu ettiği duruma doğru odaklarken, benim en en sevdiğim koçluk tanımı “sorgulamadan soru sormak”tır.
Bu çerçevede koçluğun ne olduğu ve olmadığını aşağıdaki tablo ile özetlemek mümkündür.
Yukarıdaki tablodan da görülebileceği gibi koçluk akıl vermek, bilgi vermek, deneyimlerinizi anlatmak, tavsiyelerde bulunmak değildir.
Koçluk süreci, geçmiş ile ilgilenmez, kişinin ulaşmak istediği şeyleri netleştirmek, bunların hedefe dönüşmesini sağlamak ve bu hedeflere ulaşmak için gelecekten şimdiye giden yolda, kişiyi eyleme yöneltmektir.
Dolayısıyla koç olan kişi, koçluk konumu diye adlandırılan, müşterisi ile uyumlu, nötr, pozitif, doğal ve güvene dayalı ilişki kurmuş biridir.
Koç, tüm bunları yaparken de çeşitli ekollerde eğitimini aldığı prensip ve tekniklere göre hareket eder.
Benim eğitimini aldığım Erickson ekolü, 5 temel prensibi esas alır.
Milton Erickson Prensipleri[/caption] Bu ekoldeki bir koç, bu temel ilkeler doğrultusunda ve koçluk konumunu koruyarak, müşteri diye tanımlayabileceğimiz kişinin temelde 4 alana yoğunlaşmasını sağlamaya çalışır.
Dört temel planlama sorusu olarak bilinen bu sorular ile çerçeveyi çizen koç, öğrenme prensiplerinden, beyinin işleyişinden ( sürüngen, limbik (memeli)ve neokorteks (insan) beyin) ve bir dizi koçluk araçlarından yararlanır.
Koçluk süreci öncelikle müşteri adayının gerçekten koçluk sürecinden faydalanıp faydalanamayacağının anlaşılıp gerçek bir müşteri olup olmadığının tespiti ile başlar.
Eğer kişi çözümlerini gerçekten kendisi bulmak istiyor ve bu konudaki sorumluluğu üstleniyorsa genellikle seans diye tabir edilen, 1-1.5 saatlik görüşmelere başlanır. Bu seansların adedi ve sıklığı müşteri ihtiyacına göre değişir. Genellikle 10-12 seans olarak 15 günde bir yapılır. Ancak yukarıda yazdığım gibi bu müşteriye göre değişir.
Koç, her seansın sonunda müşterisine aldığı notları verir ve müşteri açısından da bir sakıncası yoksa bir nüshasını da kendisine saklar. Bu şekilde güvene ve gizliliğe dayalı olan ilişki, müşteri istediği müddetçe devam eder.
Bu süreç içinde en kritik nokta müşterinin istekli olması, sorumluğunun kendi üzerinde olduğunu bilmesidir. Koçun yapacağı ise güçlü sorular, doğru araçlar ile koçluk konumunu koruyarak müşterisinin arzu ettiği hedeflere ulaşmasına yardımcı olmaktır.
Günümüz sürekli koşturan, bir şeylere yetişmeye çalışan ve en önemlisi tüm bu koşuşturma içinde kendisini unutan “modern” insanı neden bir koç'a ihtiyaç duyar?
Bu sorunun cevabını kendim deneyimlerimden yola çıkarak şöyle cevaplanabilir.
Koçluk, yeni bir iş kurma, daha aktif bir yönetici olma, daha ilgili bir baba olma, hep yapmayı planladığınız bir hobiyi gerçekleştirme, bir kitap yazma ve örneğin benim şu anda okuduğunuz bu blog'u açma gibi sonsuz olasılıklar içindeki pek çok konuda,
son derece gerekli ve faydalı bir gelişim aracı olduğu için diye düşünüyorum. Bu çerçevede herkesin aslında zaman zaman bir koç'a yardım almaya ihtiyacı olabilir.
En iyi arkadaşlarınızın da bunu yaptığını düşünebilirsiniz ancak bu arkadaşlıktan ve bir arkadaşın vereceği huzurdan daha öte, çözüme ve eyleme dönük bir süreçtir.
Koçluk, son derece geniş ve kendi içinde pek çok alt parçalara bölünebilen bir alandır. Bununla bağlantılı olarak, öğrenme ( öğrenmeyi öğrenmek adı ile blogda yer almaktadır, üstüne tıkladığınızda açılacaktır yazı) , beyinin işleyişi ve yönetici koçluğu yazılarını da ileri de paylaşıyor olacağım.