Çocuk yetiştirmek giderek zor bir zanaat haline gelmeye başladı. Özellikle internet'in yarattığı ortamla, tabletler- bilgisayarlarla çok fazla haşır neşir olan günümüz çocukları, devasa ama internet sayesinde aslında bir o kadar küçük, her şeyden haberdar olabilecekleri, bir global elektronik köy hayatı yaşıyorlar.
7-8 yaşına kadar sizinle her yere gelen, gözünüz önünde olan çocuğunuz yaş ilerledikçe daha bağımsız olmaya başlıyor, istekleri ve beklentileri farklılaşıyor, davranışları değişiyor. Böylelikle bir ebeveyn olarak bazen insan nasıl davranabileceğini gerçekten kestiremeyip hatta bazen de paralize olabiliyor.
Ancak işin ironik tarafı, iyi bir ebeveyn olmanın neleri gerektirdiği konusunda uzmanlara göre pek şüpheye yer kalmadı. Ben de bir ebeveyn olarak yukarıda bahsettiğim “paralize” olma yani ne yapacağını bilememe durumunda kaldığım bir durumda çoğu zaman yaptığım gibi önce kütüphaneme başvurdum. Konu ile ilgili kitapları incelerken çok önemli bir kitap olarak gördüğüm “Zehirlenen Çocukluk” kitabına tekrar bir göz attım. Kitap içerisinde geçen “ebeveyn denge yasası” tam da o sırada aradığım bilgiye ilişkin güzel bir çerçeve sunuyordu. Ama en önemlisi, yazarın kendi ifadesi ile kilit nokta şu idi: İnsan davranışlarında en önemli unsur dengedir.
Anne ve babanın, ortasını bulmaya çalıştığı iki unsurun – sıcaklık ve katılık – dengesine dayalı olan dört farklı ebeveyn yasası varmış. Ancak önce bu katılık ve sıcaklıktan ne kastediliyor onların tanımına bir bakalım:
Sıcaklık, ebeveynlerin çocuklarına ne kadar sevgi ve destek verdiklerinin ölçüsüdür.
Katılık ise çocuklarının yaşamları üzerinde ne seviyede kontrol uyguladıkları ile ilgilidir. Araştırmalar bu anlamda 4 ebeveyn tarzını işaret etmektedir: Çocuklarına karşı katı olan ancak sıcak davranmayan ebeveynler otoriter olarak görülüyor. Bu tarz ebeveynler çocuğun bakış açısını hiç dinlemeden veya tartışma, seçenek ya da müzakere fırsatı sunmadan, kanun gibi kurallar koyarlar. Belki bu kuralın kendilerine daha yüksek bir otorite tarafından devredildiğine inanırlar, belki de kendi ebeynlerinden gördüklerini uygularlar; veya herhangi bir polemiğe katlanabilecek kadar kendilerinden emin değildirler. Bu tür bir idare, çokça istikrar ve güvenlik anlamına gelir, ancak çocuğun duyguları ya da düşüncelerine önem verilmez. Sonuçta genellikle terbiyeli, söz dinleyen bir çocuk ortaya çıkar, ama düşük bir benlik saygısına sahip olur – ve genelde liberal bir toplumda çocuk, ebeveynlerinin kontrolünden çıktığında düşük benlik saygısı kimi sorunlara neden olabilir (kendine zarar verecek antisosyal davranışlar gibi).
Öte yandan, sıcak davranan ve yeterince katı olmayan ebeveynler müsamahakar ebeveynler olarak adlandırılır: bunlar, “akıllıca değil ama çok fazla” sevme alışkanlıkları olanlardır – isteklere hayır diyemezler, çocuklara, kendileri için iyi olandan daha fazla seçim yapma hakkı tanırlar, kendi çocuklarının başı derde girdiğinde otomatikman onları savunmaya başlarlar. Bu ebeveynlerin bazıları kendi otoriter tarzda yetiştirilmiş olmalarına gereğinden fazla tepki gösteriyor olabilir;bazıları ebeveyn yerine çocuğun “arkadaşı” olma düşüncesini seviyor olabilir; diğerleri ise en baştan çocuğun onları yönlendirmesine izin vermiş – örneğin, aileye uygun uyku düzenleri oluşturmayı başaramamış-ve sonunda bunu telefi edip kontrolü ellerine alamamış olabilir. Müsamahakar ebeveynlerin çocukları çoğunlukla sevildiklerine güvenirler ama okula uyum sağlamakta ve diğer çocuklarla veya yetişkinlerle anlaşmakta sıkça sorun yaşayabilirler(bir öğretmenin söylediği gibi, “yetkinlik duyguları olağan üstüdür”). Bu gibi çocuklar ileride raydan çıkabilirler-araştırmalar gösteriyor ki ergenlik döneminde uyuşturucu veya alkol sorunları yaşama ihtimalleri daha fazladır – ya da dünyadaki diğer herkesten önemli olmadıklarını ve başlarının çaresine bakmaları gerektiğini kabullenmekte zorluk yaşayabilirler.
Aşırı övgünün eşlik ettiği aşırı müsamahanın bazı çocuklarda, “narsistik kişilik bozukluğu”nu*-gazetecilerin psikoloji jargonuna yeni eklenen ve gelecek yıllarda daha çok duyacağımızı düşündüğüm bir kavram-tetikleyebileceği yönünde kanıtlar söz konusudur.
Ne sıcak ne de katı olan son ebeveynlik tarzı ise ihmalkar olarak adlandırılır ve ne çocuğa sevgi ne ilgi göstermekle ne de davranışsal sınırlarla ilgilenir.Ne yazık ki, kendileri de çoğunlukla ihmalkarca yetiştirilmiş olan kendi yaşamlarındaki dramlarla çok meşgul olan “Boşluğa Dikkat” ebeveynleri arasında sıkça görülen bir durumdur. Philip Larkin’in ifade ettiği gibi,” İnsanın insana verdiği yokluktur ancak / ve bu da kıyı sahanlığı gibi derinleşir gitgide. “** Ancak aynı zamanda varlıklı ailelerde, çocuk yetiştirmeye zaman ayıramayacak kadar kendi işine dalmış ebeveynlerde görülebilir. İhmalkar bir ev ortamında yetiştirilen çocukların özsaygıları oldukça düşüktür ve davranış sorunları yaşama ihtimalleri çok daha fazladır, ki bunlar da ileride kendine zarar verici ve antisosyal davranışlara yol açar.
Birçok ebeveyn, kendi tarzlarına ait unsurların birden fazla kategori içinde verilmiş olduğunu görebilir; bunlar arasında ki ayrımlar hiçbir zaman çok net değildir. Dahası, bazen anne ve babaların farklı tarzları olabilir ve güzel bir orta yol bulunmadıkça, sonuçta ortaya çıkan çatışma, hem ilişkileri hem de çocukları için kötü olacaktır. Ama kişinin kusurları neler olursa olsun, otoritatif ebeveynliğin toksik sendromunun etkilerini azaltırken, diğer yöntemlerin etkiyi arttıracağı aşikardır. O halde, sorunun ne olduğunu ve çözümünü biliyorsak, neden daha fazla ebeveyn otoritatif ebeveynliği benimsemiyor?
Bana göre bunun cevabı: duygularımız. Sanırım çoğumuz, zaman zaman doğrusunu bilmekle beraber duyguların esiri olabiliyor. Ancak güzel olan şu ki tüm duygu ve düşüncelerimizin kaynaklarının farkına vardıkça ve değişmek istediğimiz yönde eyleme geçme mücadelesi verdikçe, sonuç alabileceğimize inanıyorum.
Yararlanılan Kaynak: Sue Palmer, Zehirlenen Çocukluk, İletişim, 2006